Prof. Dr. Gazi Huri ile yaptığımız söyleşide hem yaşam öyküsünü hem de sporu, spor yaralanmalarını, dijital bağımlılığın getirdiği ortopedik sorunları, sağlıklı kas ve iskelet sisteminin önemini konuştuk. Tabii gençlere tavsiyelerini de dinledik.
Ron Miller/Science Photo Library
Bundan yaklaşık 20 yıl öncesine kadar birkaç kuşak, Güneş sisteminde dokuz gezegen olduğunu öğrenerek büyüdü: Bugün bildiğimiz sekiz gezegen ve Plüton. Bu kuşaklar için dokuz gezegenin varlığı çok önemliydi. Bilimsel bir dayanağı yoktu, daha çok duygusal bir bağdı. Büyük olasılıkla Güneş sistemiyle hatta evrenle ilgili okulda öğrendiğimiz belki de ilk bilgi olmasından kaynaklanıyordu. 2000’li yılların başlarında Plüton benzeri birçok başka gök cisminin keşfedilmesiyle Plüton’un bir gezegen olup olmadığı tartışılmaya başlandı ve 2006 yılında Plüton’un artık bir gezegen olmadığına karar verildi. Bu, birçok kişiyi hayal kırıklığına uğratan bir karar olsa da bilimsel olarak mantıklı bir açıklaması vardı ve zamanla çoğu insan bunu kabullendi. Şimdiyse yeni bir dokuzuncu gezegen bulmanın eşiğine gelmiş olabiliriz.
Antik çağlarda insanlar gökyüzünde sabit duran yıldızların arasında gezinen cisimlere gezegen adını verdi. O zamanlar yedi gezegen vardı: Güneş, Ay, Merkür, Venüs, Mars, Jüpiter ve Satürn. Bugün bildiğimiz Uranüs ve Neptün bunlar arasında yoktu çünkü çıplak gözle görünmüyorlardı. İşin ilginç yanı, o zamanlar evrenin merkezi olarak kabul edilen Dünya bile gezegen kabul edilmiyordu. Polonyalı bir gök bilimci olan Kopernik (Nicolaus Copernicus) bu anlayışı değiştirdi. 1500’lü yılların başında Kopernik, kendisinden önceki gök bilimcilerin çalışmalarını inceleyerek, gözlemler ve matematiksel hesaplar yaparak gezegenler için devrim niteliğinde bir model oluşturdu. Bu modele göre gezegenler Dünya'nın değil, Güneş'in etrafında dolanıyorlardı. Bu, Güneş'in değil, yaşadığımız yer olan Dünya'nın bir gezegen olduğu anlamına geliyordu. Ay da bir gezegen değildi çünkü bir gezegenin etrafında dolanıyordu. Antik Yunan, Hindistan ve İslam dünyasından gök bilimciler zaman zaman bunu açıklamaya çalışmışlardı ancak Kopernik, Dünya'nın Güneş etrafında dolanan bir gezegen olduğunu matematiksel hesaplamalarla ortaya koyan ve bu bilgiyi geniş bir kitleye ulaştırabilen ilk kişi oldu.
Kopernik, daha önce gezegen kabul edilen bazı gök cisimlerini gezegen kulübünden atan ilk kişiydi. Bu arada yeni bir gezegen keşfettiğini de söyleyebiliriz: Dünya gezegenini! Daha sonra İtalyan gökbilimci Galileo Galilei teleskobunu kullanarak Kopernik’in Güneş merkezli modelini destekleyen somut gözlemsel kanıtlar sundu. Galileo’nun çalışmaları, modern gök biliminin temel taşlarını oluşturdu ve bilimsel gelişimini hızlandırdı. 1781 yılında İngiliz gökbilimci William Herschel, teleskopla gökyüzünü incelerken sıradan bir yıldız gibi görünen ancak zamanla yer değiştiren bir cisim fark etti ve bunun yeni bir gezegen olabileceğini düşündü. Daha önce de gözlemlenmiş olmasına karşın sabit bir yıldız sanılan bu cisim, detaylı incelemeler sonucunda Güneş sistemindeki yedinci gezegen Uranüs olarak tanımlandı. Uranüs, teleskop kullanılarak keşfedilen ilk gezegen oldu.
Devamını okumak için TÜBİTAK Yayınlar web sitesini ziyaret ederek abone olabilirsiniz.