gorodenkoff/iStock
25 Temmuz 2019’da Florida’daki Cape Canaveral Hava Üssü’nden gökyüzüne yükselen bir roket, çıplak gözle görülemeyecek kadar küçük ama belki de gelecekte Mars’a yapılacak yolculukların kaderini değiştirecek kadar önemli canlılar taşıyordu: mikroorganizmalar. Fırlatmadan yaklaşık iki gün sonra Uluslararası Uzay İstasyonu’na (ISS) ulaşan bu mikroplar, astronot Luca Parmitano tarafından içlerinde İzlanda’dan getirilen bazalt kayaçların bulunduğu özel kapsüllere yerleştirildi. Mikroorganizmalardan beklenen, bu kayaları işleyerek içlerindeki nadir elementleri açığa çıkarmalarıydı. İlk bakışta sıradan bir laboratuvar deneyi gibi görünen bu süreç aslında çok daha büyük bir hayalin ilk adımıydı: İnsanlığın Ay’da ve Mars’ta kendi kaynaklarını üreterek yaşayabilmesi.
Süresi ve mesafesi artan uzay yolculukları, ihtiyaç duyulan malzemelerin taşınmasını zorlaştırıyor ve maliyetleri yükseltiyor. Bir roketin kilogram başına fırlatma maliyetinin binlerce doları bulduğu düşünülürse yiyecek, ilaç, oksijen ve yapı malzemesi gibi temel ihtiyaçların tamamını Dünya’dan göndermek, gelecekte uzayın derinliklerine yapılacak uzun görevler için sürdürülebilir bir çözüm olarak görünmüyor.
Astronotlar bugün hâlâ Dünya’dan ISS’ye gönderilen ikmal araçlarına bağımlı. Ancak Ay ve Mars gibi uzak yolculuklarda bu sistem ile Dünya’dan benzer sıklıkla ve kolayca ikmal yapmak mümkün olmayacak. Nitekim 2030’da ISS’nin görevinin sonlanması planlanırken onun yerini 2028 civarında Ay yörüngesinde faaliyete geçmesi beklenen Ay Geçiti (Lunar Gateway) isimli yeni istasyon alacak. Bu küçük ama stratejik üs yalnızca Ay’ın yüzeyinde görev yapacak uzay araçları için inişin başlangıç noktası olmakla kalmayacak aynı zamanda Mars’a doğru yola çıkacak daha uzun görevler için de bir geçiş durağı işlevi görecek.
İnsanlığın uzayın keşfine yönelik gelecek planlarında yalnızca Ay değil, Mars ve hatta asteroitlere yapılacak yolculuklar da var. Bu durum, uzayda kendi kendine yetebilen sistemlerin geliştirilmesini zorunlu kılıyor. Derin uzay görevlerinde en kritik adım, tüm kaynakları Dünya’dan taşımak yerine yiyecekten oksijene temel ihtiyaçların en azından bir kısmını yolculuk sırasında üretebilmek olacak. Mars’a yapılacak insanlı bir görevin yaklaşık üç yıl süreceği öngörülüyor. Yalnızca altı kişilik bir ekibin gıda ihtiyacı bile 10 tonu bulurken depolanan yiyeceklerin besin değeri azalıyor, ilaçlar bozulabiliyor. Tüm erzak Dünya’dan taşınsa bile uzun görevlerde insanların tüm ihtiyaçlarının uzaktan ikmal ile karşılanması mümkün görünmüyor. İşte bu yüzden bilim insanları, “yanında götürmek” yerine “orada üretmek” yaklaşımına giderek daha fazla yöneliyor. Tam da bu noktada mikroorganizmalar devreye giriyor: Mikroskopik ölçekteki bu işlevsel canlılar, geleceğin uzay görevlerinde hem yaşam destek sistemlerinin hem de üretim süreçlerinin “görünmez kahramanları” olmaya aday.
Devamını okumak için TÜBİTAK Yayınlar web sitesini ziyaret ederek abone olabilirsiniz.