123ducu/iStock
Müzik eğitimi, genellikle nota okuma ve yazma becerisine dayalı olarak yürütülüyor. Oysa tarih boyunca birçok usta müzisyen, nota bilgisi olmadan enstrüman çalmayı ya da ezgiler üretmeyi başarmıştı. Bu durum, müzik yapmanın yalnızca görsel simgelere ve yazılı sistemlere bağlı olmadığını; öğrenme biçimleri, kültürel çevre ve bilişsel yetilerle yakından ilişkili olduğunu gösteriyor. Peki nota bilmeden gerçekten müzik yapılabilir mi?
Ünlü psikolog Howard Gardner, 1983 yılında ortaya koyduğu ‘‘çoklu zekâ kuramı’’ ile müziksel zekâyı bağımsız bir yetenek alanı olarak tanımladı. Gardner’a göre müziksel zekâ; ritim, melodi, ton ve tınıları algılama ve ifade etme kapasitesidir. Bu zekâ türüne sahip bireyler, nota bilgisi olmadan da müziği sezgisel olarak kavrayabiliyor, ritimleri ve ezgileri kolaylıkla taklit edebiliyor. Gardner’a göre bu bireyler, görsel simgelere yani notalara ihtiyaç duymadan sesler ile hareketler arasında doğrudan bir bağ kurabiliyor.
Müzik öğrenme süreci üzerine geliştirilen çeşitli kuramlar da bu yaklaşımı destekliyor. Edwin E. Gordon’un 1997’de geliştirdiği müzik öğrenme teorisine göre insanlar, müziği tıpkı herhangi bir dili öğrenir gibi önce dinleyerek sonra tekrar ederek öğreniyor. Bu süreçte birey duyduğu müziği içselleştirerek enstrüman üzerinde yeniden üretiyor. Nota bilmeden müzik aleti çalabilme becerisi bu içsel duyma yeteneğine dayanıyor. 2002 yılında Lucy Green de halk eğitimi almadan işitsel hafızaya dayalı olarak yetkinlik kazandığını ortaya koydu. Green, bu tür müzik öğrenme biçimlerinin usta-çıkak ilişkisi gibi kültürel temelli olduğunu ve pratik yapmaya dayandığını vurguluyor.
Daniel Levitin ise 2006’da yayımladığı çalışmasında müzik yapmanın beyinde motor, duyusal ve bilişsel süreçleri eş güdümlü olarak çalıştırdığını belirtiyor. Bu da müzik yapma sürecinde sadece ezber değil; kas hafızası, işitsel hafıza ve motor planlamanın da devrede olduğu anlamına geliyor.
Devamını okumak için TÜBİTAK Yayınlar web sitesini ziyaret ederek abone olabilirsiniz.