BAprod by gettyimages/iStock
Dünya'nın uzaydan çekilmiş fotoğraflarına baktığımızda tanıdık bir manzara karşımıza çıkar: Mavi okyanuslar, beyaz bulut girdapları ve kahverengi-yeşil karalar. Gezegenimizin görüntüsündeki parlaklık, güneş ışınlarının bir kısmının Dünya’nın yüzeyindeki ve atmosferdeki maddeler tarafından yansıtılmasının, bir kısmının ise soğurulmasının sonucudur. Ancak Dünya'nın Güneş ışığını yansıtma kapasitesini inceleyen yeni bir çalışma, gezegenin parlaklığının her geçen gün azaldığını, buna bağlı olarak atmosferik dolaşımların, küresel yağış miktarının ve sıcaklık değerlerinin değiştiğini ortaya koyuyor.
NASA'da radyasyon bilimleri alanında teknoloji uzmanı olarak çalışan Norman Loeb ve meslektaşları, 24 yıl boyunca üç farklı uydudan elde edilen verileri kullanarak Güneş’ten gezegenimize gelen ve uzaya yansıyan radyasyon miktarını ölçtü ve Dünya'nın parlaklığındaki değişimi araştırdı. Bu verileri, yüksek çözünürlüklü spektral görüntüleyicilerden, kar ve bulut haritalarından ayrıca bilgisayar iklim modellerinden elde edilen verilerle birleştirdiler. Buldukları sonuç şaşırtıcıydı. Proceedings of the National Academy of Sciences USA'da yayımlanan araştırma sonuçlarına göre kuzey yarım küre, güney yarım küreden daha karanlık hâle geliyor. Bu parlaklık kaybının, kuzey yarım küredeki ısınma eğilimini daha da güçlendirerek Dünya'nın iklim sistemlerinin dengesini bozabileceği belirtiliyor.
Bilim insanları genel olarak kuzey ve güney yarım kürelerin parlaklığının simetrik olduğunu varsayıyordu. Aslında iki yarım kürenin albedoları yani ışığı yansıtma kapasiteleri farklıdır. Kuzey yarım kürede daha fazla kara, kar ve buz örtüsü vardır bu nedenle daha yansıtıcıdır. Güney yarım kürede ise okyanusların oranı daha yüksektir. Birinde, kapladığı alan mevsime göre belirgin düzeyde değişen deniz buzullarıyla kaplı olan Arktik Okyanusu, diğerinde ise kalıcı karasal buz tabakasıyla kaplı olan Antarktika kıtası bulunur. Bilim insanları yarım küreler arasındaki parlaklık dengesinin bulut örtüsünden kaynaklandığını düşünüyordu. Su buharının aerosol adı verilen küçük parçacıkların üzerinde yoğunlaşmasıyla oluşan bulutlar, atmosferin farklı yüksekliklerinde güneş ışınlarını yansıtabilir veya soğurabilir. Ancak Loeb ve ekibi, yarım küreler arasındaki parlaklık simetrisinde bir kırılma buldu. Bu da bulutların bu dengeyi korumadaki rolünün bir sınırı olduğunu gösteriyordu. Araştırmacılar bu durumu açıklamak için şu hipotezi öne sürüyor: Dünya ısındığında hava daha fazla su buharı tutar ve bir sera gazı olan su buharı Güneş ışınlarını soğurur. Kuzey yarım kürenin daha fazla ısınması gözlemlenen kararmadaki artışı açıklayabilir. İki yarım küre arasındaki farkın bir kısmı, Güneş ışığını yansıtan aerosollerin (atmosferdeki bazı kirleticiler, toz ve deniz tuzu parçacıkları) miktarındaki değişikliklerden de kaynaklanıyor olabilir.
2000'li yılların başından beri kuzey yarım küredeki bazı ülkelerde havaya salınan aerosoller üzerinde uygulanan sıkı kontroller ve eriyen buz ve karlar nedeniyle Dünya’nın bu bölgesi daha az güneş ışığı yansıtıyor. Öte yandan güney yarım kürede meydana gelen büyük volkanik patlamalar ve Avustralya'daki orman yangınları, son birkaç yıldır atmosfere salınan aerosol miktarını ve dolayısıyla bulutların yansıtıcılığını artırmış görünüyor. Yarım küreler arasındaki yansıtma dengesi değiştiğinde okyanus akıntılarının ve yağış kuşaklarının konumu dolayısıyla küresel iklim dengesinin de değişeceği belirtiliyor. Kuzey yarım küre bu şekilde ısınmaya devam ederse bu durum daha fazla buzun ve karın erimesiyle küresel ısınma hızının ve gezegendeki karanlıklaşmanın daha da artacağı anlamına gelebilir.
Kaynaklar: