1803
yılına gelindiğinde, İngiltere'de bir öğretmen ve bilim insanı olan John Dalton,
maddenin 'bölünmez kürecikler'den oluştuğunu savunan, 'çağdaş atom modeli'ni önerir.
Bu modele göre, elementler atomlardan oluşmaktadır ve belli bir elementin tüm
atomları aynı iken, farklı elementlerinki, büyüklük ve diğer özellikler açısından
farklı farklıdır. Küreciklerin üzerinde kancalar bulunmakta ve farklı elementlere
ait atomlar, bu kancalar aracılığıyla birbirine bağlanıp, molekül veya bileşikleri
oluşturmaktadır. Atomlar kimyasal tepkimeler sırasında; yoktan var veya yok edilmedikleri
gibi, hiçbir değişikliğe uğramazlar. Belli bir kimyasal bileşiği oluşturan atomların,
türleri ve sayısı hep aynıdır. Ancak, aynı iki elemente ait atomların bazen, farklı
sayılarla birleşerek farklı bileşiklere vücut verebilmesi, model için sorun oluşturmaktadır.
Hidrojenle oksijenin farklı sayılarla birleşerek, su veya hidrojen peroksit oluşturması
örneğinde olduğu gibi... Çünkü model; herhangi bir molekülü oluşturan elementlerin
türlerini göz önünde bulundurmakla beraber, moleküldeki atom sayılarını öngörememektedir.
Dolayısıyla aynı iki elementin nasıl olup da farklı bileşiklere yol açabildiği
açıklanamamakta, örneğin su molekülündeki oksijen atomu sayısının bir mi yoksa
iki mi olduğu bilinememektedir. Bu sorunun halli, molekül ve atom kütlelerinin
ölçülme yöntemlerinin gelişmesini bekleyecek ve atom modelinin gelişerek çağdaşlaşması,
kimyanın ve fiziğin çeşitli dallarından gelen katkılarla gerçekleşecektir. Bu
gelişme sürecindeki en önemli üç unsur; atom kavramı, kütlesinin ölçümü ve elementlerin
kimyasal özellikleri arasındaki periyodik ilişkilerdir. Dalton modeli tüm yetersizliklerine
karşın, zamanın kimyasına temel oluşturur. Halbuki Kilise, maddenin yapısıyla
ilgili olarak Aristo'nun görüşlerini dogma saymakta ve 'atomcu görüş'lere karşı
çıkmaktadır. Olası tepkilerden çekinen Dalton, bu çalışmasını yayınlamayı geciktirir.
Kuramı önce kulaktan kulağa yayılır, sonradan yayınlanır.