1895 
yılında, 'kanal ışınları'nın sır perdesi biraz aralandı. Wilhelm Roentgen katot 
ışını tüpünde elde ettiği ışınların, eksi yüklü parçacıklardan oluştuğunu saptamıştı. 
Aslında elektronu keşfetmiş, fakat ışınları 'katot ışınları' olarak isimlendirmeye 
devam etmişti. Bu ışınları metal parçaları üzerine düşürünce, farklı bir tür ışın 
yayınladıklarını farketti. Manyetik alandan etkilenmeyen bu yeni ışınlara 'x ışını' 
adını verdi. İki ay sonra, Henri Becquerel x-ışınlarının fotoğraf filmi üzerindeki 
etkilerini incelerken, çekmecesindeki, içi siyah kaplı ve kapalı zarflarda bulunan 
açılmamış filmlerin, sanki daha önce kullanılmışlar gibi yanık çıkması dikkatini 
çekti. Önce filmlerin bozuk olduğunu zannetmiş, fakat sorun devam edince, aynı 
çekmecede uranyum örneklerini saklamakta olduğunu hatırlayıp, filmerle arasında 
kurduğu cesur bağlantı sayesinde yepyeni bir olay keşfetmişti. Bu ışınlar malzemede, 
diğerlerine göre çok daha derin bir girginliğe sahipti. Demek ki, uranyum gibi 
bazı maddelerin iç yapıları kararsızdı ve bozunarak, hiçbir enerji girdisi olmaksızın, 
yüksek enerjili ışınlar yayıyordu. Radyoaktivite keşfedilmişti.