|
Deprem Sorunları |
ALT
BAŞLIKLAR:
Deprem Riski Deprem Senaryoları ve Mikrobölgelendirme Yasa ve Eğitim KONUYLA İLGİLİ:
|
"...
Türkiye'de depremden konuşulunca, yaşlılar ve orta yaşlılar, 1939-Erzincan,
1942-Erbaa, 1943-Kastamonu, 1944-Gerede depremlerini, daha gençler ise,
1966-Varto, 1975-Lice, 1976-Çaldıran depremlerini anımsarlar. 1983-Erzurum,
Kars, 1992-Erzincan, 1995-Dinar depremleri ise, sonuçları henüz görselliğini
koruyan, acıları sıcak depremlerdir. Ne var ki; bu depremler, ne yaşadığımız
depremlerin ilkleri, ne de kabullenilip, ifade edilmesi zor bile olsa,
sonuncularıdır. Her an, ya bulunduğumuz yere göre, orta veya şiddetli bir
depremin doğrudan yaşayanı, ya da, flaş bir haberle, böyle bir felaketin
dinleyeni olmamız mümkündür. Bu toprakların insanları için deprem, yaşamda
bir istisna değil, birlikte yaşanılması zorunlu bir doğa olayıdır... Deprem
sonrasında ortama hakim olan şaşkınlık ve çaresizlik, bu korkunç doğal
gücün, insan boyutu üzerine düşen gölgesinin bir ürünü, hem de o çok güvenilen
"kara toprağın" hareketlenip, yırtılıp, her şeyi harabederek, bu bilinçaltı
güvene ihanet etmesinin sonucu gibi yorumlanmaktadır. Yıkıntıların bir
köşesine çömelip, kıpırtısız, boş gözlerle bilinmez bir noktaya bakan erkeklerin
ve dövüne, ağlaya ağıtlar yakan kadınların ızdırabı, hem kaybedilenlerin
acısından, hem de, o güvenilen toprağın, hiç de yeni ve ilk olmayan ihanetine
karşı oluşan tepkilerden kaynaklanıyor olsa gerek..."
(Soygür
Ü. "Depremlerle Birlikte Yaşamak",
TÜBİTAK Deprem Sempozyumu, 15-16 Şubat 1996) Yerkabuğunun hareketli doğasından
kaynaklanan depremler, günümüzde yeryuvarında iki büyük kuşak üzerinde
yoğunlaşmış ve bunlar büyük olanı genel olarak Pasifik Okyanusu çevresinde
gelişmiştir. Pasifik Deprem Kuşağı adıyla bilinen bu kuşakta, yerkabuğunda
gözlenen depremlerin yaklaşık olarak % 80’i meydana gelmektedir. Yeryuvarındaki
depremlerin yoğunlaştığı ikinci büyük kuşak olan Akdeniz-Himalaya Deprem
Kuşağı ise Meksika Körfezinden başlayıp doğuya doğru Batı Hint Adaları,
Kanarya Adaları üzerinden Alp ve KArpat Bölgeleri ile Hazar Denizi çevresini,
İran, Pamir ve Himalayaları da içine alarak, Hindistan’ın doğusundan Burma’ya
kadar uzanmaktadır. Yerkabuğunda gözlenen depremlerin yaklaşık % 15’inin
meydana geldiği Akdeniz-Himalaya Deprem Kuşağının içinde yeralan ülkemizde
de, deprem kuşaklarında bulunan diğer ülkelerde olduğu gibi, büyük ölçekli
yerkabuğu hareketlerine bağlı olarak gelişen yerkabuğu kırıkları (faylar)
depremlerin ana nedenini oluşturmaktadır. Sözkonusu hareketlerin coğrafyamızda
meydana getirdiği fayların en önemlileri, ülkemizin kuzey kesiminde bulunan
ve yaklaşık Doğu-Batı doğrultusunda, ülkemizi bir u çtan diğerine kat eden
Kuzey Anadolu Fay zonuyla (KAF), Güneşdoğu Anadolu Bölgesi’nde, yaklaşık
Kuzey-Doğu, Güney-Batı doğrultusu boyunca uzanan Doğu Anadolu Fay zonu’dur
(DAF) Coğrafyamıza hakim bu iki büyük kırık sistemi dışında, daha küçük
ölçekte Doğu Anadolu Bölgesinde ve özellikle Ege bölgesinde oldukça fazla
sayıda kırık ve kırık sistemi bulunmaktadır.
Akşam eve dönüp karnımızı doyurduktan sonra, izlediğimiz televizyon kanalığının olağan yayınını keserek sunacağı bu türden bir haber, ülkemizde yaşayan insanlar için pek de şaşırtıcı bir haber olmayabilir. Bu tür bir durumun nedenleri arasında; belki de en önemlisi, dünyanın ikinci büyük deprem kuşağı üzerinde bulunan ülkemizin deprem konusunda gerçekten oldukça kötü bir geçmişe sahip olmasıdır. Zira yerbilim çalışmalarına ve tarihsel kaynaklara dayanarak yapılan istatistiksal çalışmalara, göre, teorik olarak, son ikibin yıl içinde ülkemizde her yıl bir yıkıcı deprem meydana gelmektedir. Bu anlamda, dünya üzerinde deprem tehlikesi altında bulunan ülkeler arasındaki deprem riski sıralamasında, ilk sıralarda yer alan ülkemiz topraklarının % 92’si, nüfusunun % 98’i, yapılan ve yapımı planlanan brajların % 95’i sanayi tesislerinin % 98’i deprem riski taşıyan bölgeler içinde bulunmaktadır. Son yetmiş yıllık kayıtların ortalamasına göre de, depremler sonucu ülkemizde her yıl, 1000 insan ölmekte, 2100 insan yaralanmakta, 7000 yapı da az veya çok, çeşitli derecelerde hasar görmektedir. Ülkemizdeki deprem tehlikesinin boyutlarını olabildiğince net bir şekilde ortaya koyan bu sayısal belirlemelerin örnekleri çoğaltılabilir, doğrusu çoğaltılması da gerekir. Volkanik etkinlikler, çökmeler ve nükleer denemeler dışında, özellikle ülkemizdeki depremlerin ana nedenini yerkabuğu kırıklarının yani fayların hareketleri oluşturmaktadır. Yeni oluşan ve daha önce oluşmuş, ancak hareketliliğini sürdüren aktif fayların etkinliğini belirleyen yerbilim çalışmaları yanında, bu oluşumların haritalar üzerine geçirilmesi ve yerkabuğundaki sözkonusu hareketlilikten kaynaklanan deprem dalgalarının (sismik dalgalar) ölçülmesi gibi yerbilimlerine ait diğer çalışmalar, depremselliği olan bölgelerin belirlenmesinde değerleri veriler sunmaları bakımından önemlidirler. Bu tür güncel verilerin depremlerle ilgili tarihsel verilerle de desteklenip, çalışmanın yürütüldüğü bölgenin depremselliğinin bilimsel anlamda ortaya konmasıyla da, sözkonusu bölgede bulunan ve/veya inşaa edilecek yerleşim alanlarının daha sağlıklı bir şekilde oluşması sağlanacaktır. Şüphesiz bu tür çalışmaların sağlıklı bir şekilde ülke genelinde sürdürülebilmesi için; coğrafyamızdaki tüm aktif fayların belirlenmesi ve oluşum mekaniğinin anlaşılması, bu oluşumların heran izlenmesini gerektirir. Ancak ne yazık ki, ülkemizde bu tür çalışmaların eşgüdümlü ve gereğince kapsamlı olarak yürümesini sağlayacak Ulusal Deprem İstasyonları Ağı’nın yeterli düzeyde olmayışı ve buna bağlı olarak Ulusal Deprem Araştırma Merkezleri bulunmayışı bu konudaki önemli sorunlardan birini oluşturmaktadır. |