|
Kuzey Anadolu Fayı'nın Keşfi(Sayfa 3)
|
ALT BAŞLIKLAR:
KAF’ın Keşfinin Tarihçesi İncelenirken Karşılaşılan Temel Sorun Kuzey Anadolu Neo-Tetis Kenet Kuşağı'nın Keşfinin Tarihçesi KAF’ın Keşfinin Tarihçesi KAF’ın Keşfinin Uluslararası Yankıları KAF’ın Keşfinin Türkiye İçin Önemi |
KAF’ın
Keşfinin Tarihçesi
Kuzey Anadolu’da bir deprem kuşağının varlığı, en azından geçen yüzyılın ortasında sismolojinin (=deprembilim) kurucularından Robert Mallet’in büyük eseri The First Principles of Observational Seismology (Gözlemsel Deprembilimin İlk İlkeleri) adlı kitabının ikinci cildinde bulunan “Akdeniz’in Sismik Şeritleri” adlı haritanın yayımlanmasından beri, yaygın olarak biliniyordu (Şekil 11). Ancak 27-28 Aralık 1939 Erzincan felâketi ve onu izleyen on yıl boyunca Kuzey Anadolu’yu kasıp kavuran, onbinlerce insanın hayatına mâl olan deprem âfetlerine kadar bu deprem hattı, adı geçen birkaç jeolog dışında kimsenin dikkatini çekmemişti. Bu tarihten sonraki âfetler, yalnız Türkiye’de çalışan Türk jeologların değil, buradaki yabancıların da dikkatini çekmiş; Salomon-Calvi ve başta Hamit Nafiz Pamir olmak üzere küçük bir jeolog grubu, bu depremleri haritalayarak yayınlar yapmışlardır. Bu uğraşıda en çok emeği geçenler arasında Coğrafya Ord. Profesörü İbrahim Hakkı Akyol’u, MTA jeologlarından Necdet Egeran’ı (Şekil 12A), o tarihlerde asistan veya doçent olan İstanbul Üniversitesi jeologları İhsan Ketin, Enver Altınlı ve Nuriye Pınar’ı; İstanbul Üniversitesi Yerbilimleri Ord. Profesörü Edouard Paréjas’ı, MTA uzmanı İsviçreli usta jeolog Maurice M. Blumenthal’i ve daha sonra Emin İlhan adıyla Türk vatandaşlığına geçen Avusturyalı jeolog Erwin Lahn’ı (Şekil 12B) saymak, kadirşinaslık gereğidir. Bu
yayınların istisnasız tamamı, yabancı tektonik uzmanlarının eski yorumlarına
bağlı kalarak, bu deprem hattını, artık son demlerini yaşamakta olan Alpin
dağ oluşumunun son ölüm çığlıkları, Paflagonya Nedbesi’nin son depreşmeleri
olarak yorumlamışlardır. Hamit Nafiz Pamir’in 1944 yılındaki yayınının
basit bir tekrarı olan ve 1948 yılında Londra’da toplanan Uluslararası
Jeologlar Kongresi’ne sunduğu ve orada yayımlanan tebliğ de, daha o zaman
bile, geçersiz oldukları artık bazılarınca anlaşılmaya başlamış olan görüşleri
tekrarlayan yazılar arasındadır. 1960 yılında yayımladığı ders kitabının
ikinci baskısında yer alan ve yukarıda aktarılmış olan ifadeler, Pamir’in
1944’deki düşüncelerinin değişmediğini; Pınar-Erdem ve İlhan tarafından
1977’de yayımlanan makale de, bu bayat görüşlerin, ülkemiz jeologları arasında
ne denli uzun ömürlü olduğunu ortaya koymaktadır. Burada, Türkçe eserlerde
ve uluslararası literatürde sık tekrarlanan bir yanlışı düzeltmek gerekir:
1939 Erzincan depreminden sonra deprem merkezlerinin (episantr), Kuzey
Anadolu deprem bölgesi boyunca, aşama aşama doğudan batıya kaydığı ilk
defa Ketin (1948) tarafından değil; Egeran ve Lahn (Şekil
12A ve B) tarafından 1944 yılında vurgulanmıştır: “Bu sahada vuku bulan
son sarımlar devresinde, episantrın doğudan batıya doğru tedricen yer değiştirdiği
müşahade olunmuştur.” Ketin’in 1948 makalesinde, yaygın olarak yazılanların
tersine, bu konuya değinilmemiştir.
İhsan
Ketin’in (Şekil 14) yayımladığı 1948 tarihli
makale ise yepyeni bir yorumun, bir devrimin ilk habercisidir. Ketin, Kuzey
Anadolu ‘daki Paflagonya Nedbesi ile depremlerin ilişkisini bütünüyle reddederek,
depremlerin o zaman dünyada pek az bilinen yepyeni bir fay türünün, doğrultu
atımlı ve genç bir fayın hareketinden kaynaklandığını saptamasını yapmış;
bu fayın eski dağ oluşum yapısının (orojenik yapının) bırakın bir parçasını
oluşturmayı, tersine, bu yapıyı parçaladığını, orojenik hızda hareket eden
epirojenik bir yapı olduğunu ve eski nedbeyi her yerde izlemediğini göstermiştir
(Şekil 13). Ketin, 1948 makalesinde tanımladığı
doğrultu atımlı fayın eski yapılarla bir ilişkisi olmadığını, üzerine basarak
vurgulamıştır. Burada verilen yorumun, Salomon-Calvi’nin sinafisi ve onu,
Nowack’ı ve Blumenthal’i izleyen Hamit Nafiz Pamir’in cicatrice’i ile coğrafi
yakınlık (KAF, yer yer nedbeyi izlediği için de coğrafi eşlik) dışında
hiçbir ilişkisi yoktur. Bu nedenle, söz konusu yapının gerçek karakteri
(bir nedbe veya bere kuşağı değil de doğrultu atımlı bir fay olduğu), İhsan
Ketin tarafından keşfedilmiştir. Ancak, bunu anlayabilmek için, kullanılan
terimlerin tarihçesini ve arkalarındaki kavram topluluğunu ayrıntılarıyla
bilmek gerekir. Hele hele KAF’ın İskoçya’da 1946 yılında, William Q. Kennedy
tarafından ilk kez yayımlanan Great Glen fayından sonra ilk farkedilen
büyük yanal atımlı fayların ikincisi, büyük faal yanal atımlı fayların
da birincisi olduğunu (büyük dâhi Wegener’in 1915 yılında yayımladığı,
ancak 1953 yılında kadar birkaç kişi dışında kimsenin inanmadığı Kaliforniya
San Andreas Fayı yorumu hariç) ve bunu bir Türk jeologun o zaman hem tüm
dünyadaki jeologların çoğunun, hem de kendi çalıştığı üniversitelerdeki
hocaların savundukları genel kanıyla çelişen bir şekilde, zamanının en
az yirmi yıl ilerisinde bir görüşle yayımladığını bilmek, İhsan Ketin’in
yorumuna bambaşka bir çehre kazandırır. Bir çizgi boyunca depremler olduğunu
söylemek ile, bu çizginin yanal veya Ketin’in ifadesiyle doğrultu atımlı
bir fayın ifadesi olduğunu söylemek arasında büyük fark olduğu açıktır.
Ketin, 1948 yılında yayımladığı makalesinde, KAF boyunca bir Anadolu blokunun
batıya kaçmakta olduğunu da ilk kez söylemiştir. Aynı yayında Ketin, Anadolu’nun
güneyinde bu batıya kaçışı mümkün kılacak, KAF’ın simetriği, fakat sol-yanal
bir fay olması gerektiğini de söyleyerek, 24 yıl sonra keşfedilecek olan
ve kâşifleri arasında kendi öğrencilerinin de bulunduğu (Prof. Dr. İhsan
Seymen ve şimdi Stanford Üniversitesi’nde görevli Dr. Atilla Aydın) Doğu
Anadolu Fayı’nın da, bir anlamda kâhinliğini yapmıştır. Ketin’in çizdiği
tablo, Doğu Akdeniz faal tektoniği ve depremselliği hakkındaki çağdaş görüşlerin
hâlâ temelini oluşturan kuramsal çatıdır ve Ketin’den önce söylenenlerle
hiç bir ilgisi yoktur.
KAF’ın Keşfinin Uluslararası Yankıları 1960’lı
yıllarda levha tektoniği teorisi, Wegener’in görüşlerini tekrar aktüel
hale getirince, Nobel ödülüne eşdeğer görülen Japon ödülü sahibi, İngiliz
tektonikçi Dan McKenzie, Akdeniz’in güncel tektoniği hakkında kapsamlı
ilk yayını hazırlamıştır. Levhal tektoniği teorisinin mimarlarından olan
McKenzie’nin yayınının kaynakları arasında, KAF hakkında yalnızca İhsan
Ketin’in makalesi verilmiş; Paflagonya Nedbesi hakkındaki yayınlar, bu
arada Hamit Nafiz Pamir’in makalesi de, konuyla ilgisiz olmaları ve depremlere
neden olan doğrultu atımlı bir faydan bahsetmemeleri nedeniyle kullanılamamıştır.
İhsan
Ketin’in devrim yapan önemli 1948 makalesi, Türkiye dışında ciddi uluslararası
bilim çevrelerinde de hakettiği ilgiyi görmüştür. 1984 yılında, benzerlerinin
en eskisi ve en prestijlisi olan Geologica Society of London, ağırlıklı
olarak bu nedenle, kendisini şeref üyeliğine seçmiş; 1988 yılında da, yerbilim
alanında Avrupa’nın en önemli üç madalyasından biri olan Steinmann Madalyası,
büyük ölçüde KAF’ı keşfi nedeniyle, Geologische Vereinigung tarafından
kendisine verilmiştir. Aynı yıl Ketin, Geological Society of America’ya
da şeref üyesi seçilmiştir.
KAF’ın Keşfinin Türkiye İçin Önemi Kuzey
Anadolu Nedbesi’nin, günümüzün geçerli tektonik kuramı olan levha tektoniği
teorisi kapsamındaki yorumu, paleotektonik bir yapı olan Kuzey Anadolu
Neo-Tetis Kenedi’dir (yaşı 55-45 milyondur; faaliyetini tatil edeli en
az 24 milyon yıl olmuştur). Başka bir deyişle, bu yapı, artık faal olmayan
eski, ölmüş bir yapıyı ifade etmektedir. Faal iken (yani en fazla 24 milyon
yıl önce) hiç kuşkusuz bugünkü Himalaya veya Alpler’de olduğu gibi, uzun
zaman aralıklarıyla görülen sıkışma depremleri ile belirlenen bu yapı,
artık hiçbir deprem üretmemektedir. KAF’ın levha tektoniği içindeki yorumu
ise bir transform fay olduğudur (oluşum yaşı 11-5 milyon; hâlâ faal). Bu
yapı hâlâ hareket etmekte, sık aralıklarla, doğrultu atımdepremleri oluşturmaktadır.
Genellikle sağ ve orta derinlikteki (nadiren derin odaklı) geniş oval alanlarda
kendilerini hissettiren sıkışma depremlerine kıyasla, yanal atım depremleri
değişik bir karektere sahiptir. Çünkü hemen her zaman sığı, dar ve uzun
alanlar boyunca etkinliklerini hissettirirler. KAF’ın geçmişte Kuzey Anadolu
Nedbesi ile karıştırılmasının üzücü bir sonucu, Kuzey Anadolu depremlerinin
nedenlerinin ve tabiatlarının uzun yıllar anlaşılamaması olmuştur. İlk
kez İhsan Ketin’in çalışmaları, KAF üzerinde ne tür depremlerin beklenmesi
gerektiğini belgelemiş, bu konuda hem sismologlara hem de depremle ilgili
çalışmalar yapan coğrafyacıdan inşaat mühendisine kadar değişik bir yelpaze
içinde yer alan araştırmacılara yol göstermiş; bununla da kalmayarak dünyada
tektonik deformasyonların büyük faylarla belirlenen faal yer değiştirme
hatları ile çevrilmiş olduğunu ve burulma yamulmalarına dirençli katı blokların
birbirlerine göre yaptıkları hareketler açısından betimlenebileceklerini
göstermiştir. Ketin ile birlikte o zamanlar dünyada Alman Franz Lotze ve
Kanadalı W. Tuzo Wilson gibi bir avuç jeolog tarafından savunulan bu önemli
görüş, 1960’lı yıllarda yerbilimlerinde devrim yaratan levha tektoniği
teorisinin de temilini oluşturur.
Ancak,
KAF’ın İhsan Ketin tarafından keşfinin, Türkiye açısındançok daha büyük
bir önemi vardır. O da, Atatürk’ün, saptadığı “muasır medeniyet seviyesinin
üzerine çıkmak” hedefi çerçevesinde okuyup muasır medeniyeti Türkiye’ye
getirmeleri için Avrupa’ya tahsile gönderdiği gençlerden birinin, en az
Avrupa ve ABD’de bilimin en ön saflarında ilerleyen meslektaşları kadar
bilime, dolayısıyla insan uygarlığına katkı yapabileceğini halkına ve dünyaya
kanıtlaması olmuştur. Bu, kuşkusuz, Türk jeologların daima övünecekleri
muhteşem bir başarıdır.
Kuzey Anadolu Fayı hakkındaki geniş bilgisiyle bana bu yazının hazırlanmasında yardım eden dostum ve çalışma arkadaşım Aykut Barka’ya, yazıyı okuyup eleştiren Naci Görür ve Aral Okay’a teşekkür ederim... A. M. Celal Şengör
|