|
Depremin Batıya Göçü |
KONUYLA İLGİLİ:
Kuramın Gücü |
Bildiğimiz
tüm depremleri ve aynı coğrafi bölgelerdeki fayları bir harita üzerine
işaretleyince, deprem işaretleri ve fay çizgilerinin önemli ölçüde çakıştığını
görüyoruz. Depremlerin, fay hatları üzerindeki kırılmalarla oluştuğunu
öğrendiğimizde, karşımızdaki tablo bir sürpriz olmaktan çıkıyor. Karadeniz
kıyı şeridimizin 50-100 kilometre içerisi boyunca, Mürefte'den Erzincan'a
bir yay gibi uzanan Kuzey Anadolu Fayı (KAF) için de durum aynı. Anadolu
tarihinin belli başlı depremlerini, ağırlıklı olarak KAF çizgisi üzerinde
izleyebiliyoruz. KAF'ı özel kılan asıl gerçekle, deprem işaretlerinin yanına
tarihleri de not ettiğimizde yüzleşiyoruz. Tarihlerin, önemli ölçüde, birbirini
izler biçimde yan yana dizildikleri dikkati çekiyor. Dünyada, üzerindeki
depremlerin tarihsel ve konumsal sıralanışları birbirini az ya da çok tutan
başka fay örnekleri de var. Ama bunların hiçbiri KAF kadar şaşırtıcı değil.
Bu kez, aralarında Prof.Dr. Aykut A. Barka'nın da yer aldığı bir grup yerbilimcinin
çalışmaları sayesinde, bu dizilişin bir raslantı olmadığını öğreniyoruz.
Buna göre, yer kabuğunun üst
yüzeyindeki kesintili ve onlarca kilometre derinlikleri kesintisiz ötelenme arasında bir yarış var. Bu bayrak yarışının, birer depremle sonuçlanan etaplarının sonuncusu, İzmit felaketiydi. KAF'ın uzaklarından gelen gerilme birikimi, Marmara Denizi'ne, İstanbul'un açıklarına teslim edildi. Gerilme, bu noktada belirsiz bir süre saklanacak. Ta ki KAF'ın batı ucundaki yarış, yeni bir depremin patlak vermesiyle bir etap daha ilerleyinceye kadar... Kuzey Anadolu Fayı üzerinde
depremlerin batıya doğru düzenli göçü, son depremle bir kez daha kendini
belli etti. İTÜ Maden Fakültesi'nden Prof. Dr. Aykut Barka, dünyada, bu
sonuncusuyla birlikte, 7 büyük depremin belli bir yöne göç etmesinin bir
başka örneğinin bilinmediğini söylüyor. Barka bunu, "bir doğa harikası"
olarak nitelendiriyor. "Bunu güzel yapan yön, sonraki depremin yerinin
öngörülmesine olanak vermesi. Önceden haber verme ümidi doğuyor..."
GPS'in bu amaçlarla kullanıma girmesi ve soruna çözüm olması 1987-1988'i buluyor. Barka, "Türkiye'de GPS ölçümlerine 1988'de başladık. Bu ilk ölçümlerde, ilkel GPS düzenekleri yüzünden çok hata vardı. GPS'ler 1990'larda gelişme gösterdi. Gelişmeleri tüm dünyayla aynı anda Türkiye'ye uyguladık. Duyarlı verileri 90'lı yıllarda toplamaya girişmiştik bile" diyor. O sıralarda karşılaşılan ilk sorunlardan biri de, atım dağılımlarının, yani, depremlerden sonraki yer değiştirme miktarlarının bilinmiyor oluşuydu. Söz gelimi, 1939'daki, 360 kilometrelik bir fay dilimini kıran depreme ait tek bir veri varmış elde. Bu uzunluktaki bir fay için, tek değeri, sanki tüm çizgi üzerinde özdeş bir yer değiştirme varmış gibi kullanmak, gerçeklikten önemli ölçüde sapmak demek. Diğer beş büyük depremin literatürü de önceki çalışmalarla şu derecede birikebilmiş: 1942'deki hakkında pek az bilgi var. 1943'dekinin %60 bilgisi eksik. 1944'dekine ait, ancak idare edecek kadar bilgi var. 1967'dekinin literatürü fena değil... "1989-1990 yıllarında benim yaptığım iş, 1939-1967 arasındaki deprem göçüne ait bilinmeyen yer değiştirme miktarlarını, fay üzerinde yürüyerek ölçmek oldu. Bu ölçümlerin sonuçlarını ABD'de, Colorado, MIT gibi 3-4 yerde dile getirdim. 1996'da da bunlar bir yayına dönüştü" diyor, Barka.
Bu ilk çalışmalarda imzası olan Ross S. Stein'ın bir sunumu, Aykut Barka'da, yöntemin KAF için kullanılabileceği fikrini oluşturmuş. Landers depreminden 5 ay sonra ABD San Fransisco'da yapılan bir konferansta Stein'ı dinleyen Barka, söz konusu yöntem için gerekli, KAF'a ait tüm dataların elinde olduğunu söyleyerek, yöntemi KAF'a uygulamayı önermiş. İzleyen aylarda, yoğun bir işbirlikli çalışma sonucunda, yöntemin KAF üzerinde son derece başarılı bir model sunduğunu ortaya koymuşlar. Şu anda ABD'de epey saygı toplayan gerilim tetiklemesi çözümlemelerinin Türkiye'deki öncülüğünü Aykut Barka ile birlikte Süleyman Nalbant üstlenmiş durumda. |