KONUYLA İLGİLİ:
Depremden
Sonra Adapazarı
Dünyada
Son 25 Yılda Yaşanan Büyük Depremler
Türkiye'de
Yaşanan Bazı Büyük Depremler
|
Dünya’da
binlerce insan depremler yüzünden ölüyor. Öte yandan altı milyar insan,
tüm hayvanlar ve bitkiler de depremler sayesinde yaşıyor. Çünkü depremler,
Dünya’nın sıcak mantosu üzerinde yüzen kabuk parçalarının hareketinin bir
ürünü. Yaşam da öyle. Birbirine sürtünüp ilerleyen, birbiri altına dalıp
yok olan, okyanus diplerindeki yarıklardan gelen erimiş yeni kabukla yenilenen
bu levhalar olmasaydı, Dünya’mız, ya ikiz kardeşi Venüs gibi bir
cehennem, ya da Mars gibi bir buzlar ülkesi olurdu. Yaşam için karbona
gereksinimimiz var. Ama yanardağlardan püsküren karbondioksit ve
öteki bazı gazlar, atmosferde birikip gezegen yüzeyine düşen Güneş ışınlarını
hapseder. Yekpare kabuklu Venüs’te olan bu. Ama canlılara yeterli Güneş
ışığı gerek. Atmosferinde yeterli karbon olmayınca bir gezegende yaşam
için gerekli sıcaklığın oluşması zor. Parçalanmamış kabuğuyla Mars’ta olan
da bu. Dünya’mızdaysa levha denen bu kabuk parçalarının hareketi,
gerek duyduğumuz gazları uygun ölçülerde tutuyor. Biriken gazlar, başka
levhaların altına dalan kabuk parçalarıyla yeniden Dünya’nın sıcak mantosuna
dönüyor: Okyanus diplerinde yeni oluşan kabukla da gereksindiğimiz gazlar
yeryüzüne çıkıyor. Bu döngü, yaşamın içinde yeşerdiği ılıman bir iklim
sağlıyor.
|
Tarih: |
17 Ağustos 1997 |
Saat: |
03:01:37
|
Moment Büyüklüğü: |
7,4 (Kandilli, USGS)
|
Yüzey Dalgası Büyüklüğü: |
7,8 (USGS)
|
Cisim Dalgası Büyüklüğü: |
6,3 (USGS)
|
Süre Büyüklüğü: |
6,7 (Kandilli)
|
Merkez Üssü: |
40,702K, 29,987B - Gölcül (USGS)
|
Derinlik: |
17 km
|
Kuzey Anadolu Fayının Uzunluğu |
1000 km
|
Yüyez Kırılması: |
60 km
|
Kayma (Sağ atımlı): |
2,7 m
|
Türü: |
Vurma-kayma
|
|
Bu levhalar, güçlü, görkemli
şeyler. Koca kıtaları, okyanusları sırtlarında taşıyorlar. Bu dinamik sürecin
yeryüzündeki etkileri de o oranda şiddetli. Ağırlaşıp yavaş yavaş komşusunun
altına dalarak manto içine gömülen bir levha, üstündeki kabuk parçasını
ısıtıyor. Oluşan mağma yükselerek yanardağ patlamalarına neden oluyor.
Ters yönlerde hareket eden komşu levhalar sürtünerek ilerlerken depremlere
yol açıyorlar. Öyleyse depremler yaşamımızın bir parçası. Canlılar, milyarlarca
yıl depremlerle iç içe yaşadı. Biz insanlar ve atalarımız da milyonlarca
yıldır aynı şeyi yapıyoruz. Ama doğa güçlü. Afeti, felaketi de öyle. Özellikle
depremler: Düşünün ki, komşu levhadaki bir pürüze takılıp kalan, ama bıkmadan,
usanmadan onu koparıp yoluna devam etmek isteyen levha, üzerinde kıta taşıyan,
gücü sınırsız bir kaya parçası. Türkiye, işte bu jeolojik güç sınavları
için arena konumunda bir ülke. Kuzeyimiz, güneyimiz, doğumuz, batımız levhalar
arasındaki bu itiş kakışla kırılmış. Bu topraklar üzerinde yaşayan insanlar,
yüzyıllar, binyıllar boyunca depremin gücünü görmüş korkmuş, acısını yaşamış,
neredeyse kanıksamış.
Belki de bu yüzden 17 Ağustos
sabahı saat 03’te İzmit çevresini vuran deprem, ülkemizi bir kez
daha gerekli hazırlıktan yoksun yakaladı. Ama bu seferki, eskiye benzemiyor.
Bırakın Türkiye’yi, Dünya’da meydana gelenlerin en güçlülerinden. Vurduğu
yer de tam can evimiz. İnsanlarımızın en yoğun yaşadığı, kentlerimizin,
sanayimizin toplandığı yer. Öyle ki, yıllar süren bir savaşın yol açamayacağı
can kaybını, yıkımı 45 saniye içinde gerçekleştirdi.
Daha önce de kentlerimiz
yerle bir olmuştu. Ama bunlar “taşra” daydı, siyaset, ekonomi, kültür merkezlerinden
uzak, sorunların, hatta felaketlerin yaşamın normal bir parçası sayılageldiği
taşra. 17 Ağustos günü sabaha karşı vuran depremin Türkiye açısından en
önemli özelliği 7.4 büyüklüğünde bir mega deprem olması değil. Ülkemizde
ilk kez bir megapolü ve çevresindeki uydu kentleri vurması. Tüm uyarılara
karşın İstanbul, Adapazarı gibi, önemli bir fay hattının yanı başında bulunan,
İzmit, Yalova gibi fayın üstüne kurulmuş kentlerde, üstelik depremlerin
adım adım yaklaştığını gösteren kanıtlara karşın bir felakete hazırlıklı
olmamanın bedelini çok ağır ödedik. İzmit depreminin yıkıcı şok dalgaları,
afetlere hazırlık ve afet yönetimiyle ilgili yapıyı da yerle bir etti.
Kurtarma mekanizmasının harekete geçmesi, hızlı ve etkin biçimde işlemesi
için gerekli planlamanın varolduğu savlarına karşın, gerçekte iyi hazırlanmış
bir ana planın yokluğu, varsa da uygulanacak durumda olmadığı ortaya
çıktı. Kırtasiyecilik, inisiyatifsizlik, eşgüdüm eksikliği yüzünden
kamu ya da özel kuruluşlara ait iş makineleri yeterli hızda ve sayılarda
felaket bölgesine ulaştırılamadı. Yıkıntıların altında kalmış, çoğu yaralı
on binlerce kişiye ulaşılabilecek çok değerli ilk saatler, hatta
günler yitirildi.
İzmit depreminin güçlü sillesi
bir eksikliğimizi daha ortaya koydu: Devletin elinde çağdaş, iyi donatılmış,
iyi eğitilmiş bir sivil savunma örgütü yok. Amaç iyi saptanmamış. Soğuk
savaş yıllarının hayali senaryolarına göre belirlenmiş birkaç işlev, gerçek
gereksinmelere göre yeniden düzenlenmemiş. Bürokratik anlayış egemen. Böyle
bir aygıtın varlığının somut belirtileri, hâlâ eski kamu
binalarındaki merdiven boşluklarında birkaç kırmızı kova, çapraz asılmış
bir iki kanca ve “yangında ilk kurtarılacak evrak” uyarıları. Deprem sırasında
nasıl davranılması gerektiğini gösteren posterler pek görülmüyor. Evlere
dağıtılmış broşürler de yok. Bir deprem ülkesinde yaşıyoruz. Bilim ve Teknik’in
bu sayısıyla elinize ulaşacak posterdeki deprem haritasına göz atmak yeterli,
bir şeyler yapılması gerektiğini anlamak için. Oysa yıkıntılar altında
kalmış insanları bulmak için hâlâ yurtdışından gelen gönüllü
yardım ekiplerine ve onların eğitilmiş köpeklerine muhtacız.
Gene 17 Ağustos depreminin
vurguladığı bir başka eksikliğimiz de, tüm iyi niyetli çabalara karşın
yeterli sayıda, yeterince eğitilmiş ve donatılmış üyeden oluşan sivil gönüllü
kurtarma örgütlerinin yokluğu. Gerçi böylesine birkaç kuruluş insanüstü
çabalarla birçok yaralıyı göçük altından sağ kurtarmayı başardı, ama yeterli
donanımla, örneğin lambalı kasklar, yıkıntı içinde çalışmaya izin verecek
kısa kazma-kürek, karanlıkta çalışmaya olanak veren jeneratörler vb. ile
çok daha büyük sayıda depremzede kurtarılabilirdi kuşkusuz.
Deprem,
tüm yıkıcılığına karşın ilerisi için umut veren çok önemli bir gerçeğe
de ışık tuttu: İnsanımızın, toplumumuzun, tüm çaresizliklere, olanaksızlara
karşın taşıdığı canlılık.; birkaç çıkarcının yüz kızartıcı hırsının karartamadığı
onuru ve yardımseverliği. Makinelerin olmadığı yerde eller, tırnaklar,
yıkıntı altındakileri yalnız bırakmadı. Kendi acısını unutan insanlar kazma
küreklere sarılıp komşusunu kurtarmaya koştu. Deprem, felaket, ölüm güçlü;
ama yaşam daha güçlü. İnsan daha güçlü. Kuşkumuz yok ki, gün gelecek, depremlerin
nerede ne zaman vuracağını bileceğiz. Etkilerini sınırlayabileceğiz. O
güne değin de boş durmayacağız. Bu deprem, on binlerin acısıyla, unutulmayacak
dersler verdi bize. Artık binalarımızı daha sağlam yapacağız. Kentlerimizi,
kasabalarımızı gevşek arazi üzerinde kurmayacağız. Kontrol mühendislerimiz,
belediyelerimiz, bürokratlarımız daha dikkatli olacak. Felakete uğrayan
insanlarımıza daha hızlı biçimde, güçlü makinelerimizle, yerlerini belirleyecek
duyarlı aygıtlarla yetişeceğiz. Artık vurdumduymazlık, ihmal, hantallık
olmayacak. İnsanımızın bilenen bilinci, engel tanımayan yardım içgüdüsü,
eski alışkanlıkların geri gelmesine izin vermeyecek. Belki söylendiği gibi
Kuzey Anadolu Fayı, vuracağı yeni ve daha güçlü darbenin hazırlıklarına
başladı bile. Ama umuyoruz ki, biz de başladık. Ve diyoruz ki, depremle
birlikte yaşamasını, acı yolla olsa da artık öğrendik. Gelecek depremde
üstün gelen biz olacağız!..
|