|
Günümüzden tam elli bir yıl öncesine,
1948 yılına ait bir yayından alınan iki satırlık bir cümle tüm açıklığıyla
gerçekleri ortaya koyuyor. "...Bütün bu hakikatler, Anadolu blokunun çevresine
nazaran batıya doğru hareketinin ve yukarı doğru yükselmesinin mekanik
ifadesidir." İşte, son haftalarda tüm şiddetiyle yaşamımızda yer eden depremin
en çarpıcı tanımı. Ancak, bu cümlenin asıl önemi, tüm yaşamını, deprem
gerçeğinin bu ülkede anlaşılmasına adamış olan İhsan Ketin’e ait oluşu.
İhsan Ketin’in bize öğrettiği gibi, batıya ilerleyen Anadolu bloku ile
Karadeniz şeridi arasında bir yay gibi uzanan Kuzey Anadolu Fayı üzerinde
yaşanan depremler ve son olarak da İzmit felaketi, bu gerçeğin tüm soğukluğuyla
yeryüzündeki yansımaları. Dergimizin sayfalarında yer alan, depremlerin
sürpriz olmadığına ilişkin pek çok veri ve ekte verdiğimiz haritalar, yıllar
boyu deprem konusunda sürdürülmüş bilimsel hazırlığın ürünleri olarak,
bu temel saptamanın kanıtlarını oluşturuyor... Yerbilim, bir sonraki depremin
zamanını söyleyemese de yerini ve büyüklüğünü başarıyla öngörebiliyor.
Bugün, tektonik hareketler hakkında hiçbir fikri olmayan, depremi tanrıların
gazabı olarak gören ilkel uygarlıklara göre çok ileri bir noktadayız. Oysa,
sahip olduğumuz değerli bilgilere karşın sergilediğimiz hazırlıksızlık
tablosu, ilkel uygarlıklardan farkımızı bir kalemde sıfıra indiriyor...
Marmara bölgesinde büyük bir depremin yaklaştığı, bilim çevrelerince çoktandır
biliniyordu. Ne var ki yaşananlar, bilimi ve yerbilimcilerin kuramlarını
bir kez daha doğruladı. Bilimin ışığını rehber edinme alışkanlığını kazanamamış
“çağdaş” düzenimiz, bir felakete yine uykuda yakalanmış oldu. Oysa, ülke
genelinde hazırlıksızlığımız ve altyapı sorunlarımız, yıllar boyu yaşanan
felaketlerle birlikte hep dile getirildi, ama doğa bir sonraki felaketle
kapımızı çalıncaya kadar biz yine unuttuk. Belki de unutmayan sadece, kendi
insiyatifleriyle ortaya çıkan sivil örgütlenmeler oldu... Daha dün sayılabilecek
bir zaman dilimi öncesinde Erzincan'da, Erbaa’da, Ladik’te, Kargı’da, Bolu’da,
Düzce’de sırtımızda hissettiğimiz gerçek, Kuzey Anadolu Fayı üzerinde batıya
uzanan tarihsel deprem göçüyle İstanbul’un kapısına dayandı. Nüfusumuzun
ve ekonomimizin en dinamik kesimini sıkıştırıp istiflediğimiz bu bölge,
aynı zamanda, yarattığımız uygarlığın yumuşak karnını da oluşturuyor. Bu
yumuşak karnın ne denli hassas olduğunu, bir depremin burada yol açacağı
tahribatın boyutlarını, yağışlı havalarda bile felç olan kent yaşamı, tüm
çıplaklığıyla ortaya koyuyordu... Oysa, bilimi çağdaşlaşma çabamızın bayrağı
yapacak bir politika, doğayla tanışma ve barışma sürecini de başlatacaktır.
Doğayla savaşan değil, işbirliği yapan bir toplumun özlemini çeken insanımız,
bilimin aydınlığından payına düşeni almalıdır. O halde yitirilecek bir
dakikamız yok. Dersimizi aldık; artık, ödevimize başlamanın zamanı...
Zafer Karaca
|
Not: Sayfamız ek yazılarla sürekli güncellenecektir.
Son güncelleme
tarihi: 30 Ağustos 1999